Ortak bir noktamız yok gibi görünüyor değil mi?
Haklısınız. Görünüşte yok. Çok farklıyız. Ama görünmeyen de? Bu siteye geldiyseniz eğer muhtemelen sizlerle aynı yollardan geçtik, geçmek üzereyiz ya da geçeceğiz. Çünkü sizler de benim gibi arayıştasınız. Kendinizin en iyi versiyonunu arıyorsunuz. Muhtemelen hayata bakış açınız, çevrenizdeki pek çok arkadaşınızdan farklı ve sizin için en önemli şey insanlık. Bir çoğunuzun maddi problemi ciddi boyutta değildir. Hiç düşündünüz mü ne diye bu konularla ilgileniyorsunuz? Boşluktan mı? Şımarıklıktan mı? Hiç sanmıyorum. Dünyada ülkemizde bu kadar sorun varken, siz niye kendi dünyanızla bu kadar haşır neşirsiniz?
Belki de siz bu dünyadaki olgun bir ruhsunuz. Belki de pek çok zorlu yaşamlar yaşadınız. Belki de en dipleri, en feci savaşları gördünüz. Bu hayatta ise öğrenmeniz gereken sadece ve sadece, kendinizi sevmek ve sevgiyle gücünüzü kullanmaktır. Olayları zorlamadan da halledeceğinizi anlamanızdır asıl olan. Hiç bu gözle baktınız mı kendinize?
Bu hayata bence herkes belli bir görevle gelir. Onu yapar ve gider. Bu, bomboş oturmak bile olsa. O ruh bile değerlidir. Herkes her şeyi yapmaya kalksaydı ne kadar kaos olurdu farkında mısınız? Politikacı olanlara bakın bir çoğu çocukluğundan beri öyleydi aslında. Ya da ünlü şarkıcıların hayatına bakın. En meşhurları hep en küçüklüğünden beri şarkı söylerler. Şimdi bunların hepsi hayvanları korumak için gönüllü çalışmak zorunda mı? Hayır. Bu ruhunda olanların işi. Onlar zaten hep öyleydi. Öyle doğmuşlardı. Ruhunda bunun imzasını taşımayan kişiler hayvanlara geçici bakım yapar sonra başka şeylerle uğraşır.
Ruhunda yapması gerekenin izlerini taşıyan herkes onu arar, bulur ve en sonunda gerçekleştirir. Kimisi için bu kolay olur.Kimisi için ise zorlu olur ama KESİNLİKLE olur. Sadece sabır erdemini sevgiyle kucaklamaya karar verene yollar açılır. Farklılığın içindeki güzelliği keşfetme yetisi adım adım gelir. Her farklılıkta kendini fark edebilen bir bakar ki kaosun içinden çıkmaya başlamıştır. Tıpkı benim gibi. Kaostan yavaşça çıkıyorum. İnanın bu siteyi kurmak, adımı yazılarımda yayınlayabilmek, benim için devasa bir adım çünkü ben sosyal medyadaki arkadaşlarım için bile, kendi fotoğrafımı çekip kolayca yayınlayabilen bir tip değilim.
Yukarıdaki bu düşünceler bende çocukluğumdan beri vardı. 80’li yıllarda enerji çalışması, geçmiş yaşam, reiki vb. kavramların bilinmediğini düşünün bir de. Küçük kafamda cevaplanamayan sorular ve bundan dolayı yaratılan “Acaba günaha mı giriyorum?” korkusu. Siz hayal edin artık. Net hatırladığım şu sorular var o günlerden kalan. “Allah neden kimisine lüks yaşam sunarken kimine sakatlık fakirlik veriyordu? Bunu neye göre belirliyordu? Bu haksızlık değil miydi? Niye oğlan olmadım da kız oldum?”
Bunun gibi düşüncelerimin derinliği kaynaksızlıktan git gide azaldı.Çalışmalarım hayatımda sürekli aynı tip sevimsiz olayların gerçekleşmesinden dolayı başladı. Bir şekilde hayatımı değiştirmem gerektiğine, bu dünyaya iki soğan bir patates için gelmediğimi hissediyordum. Yaşamam gereken hayatı yaşamıyordum.
Lakin nereden başlayabileceğimi de bilemiyordum. Yol gösteren beni aydınlatan yoktu. Medet umduğum insanlar o kadar çok bu işi ticarete dökmüştü ki lafları bilinen kitap cümleleriydi. Bana somut şeyler gerekiyordu.
Somut derken beklediğim şu idi: ”Bak şimdi senin problemin kızgınlık. Küçükken şuna kızmışsın, affedememişsin. Affetmen için bu yolu dene. Bu sana uymadı mı o zaman bu yolu dene. Ama bir şekilde affet yoksa bugün yaşadığın bu kızgınlık yarın daha da büyük kızgınlığa yol açar. O yanlışlardan ders almadın mı daha da büyük bir olay başına gelir. Ben bu kişiden yararlandım sen de ona git bir dene istersen.” Bu kadar basitti. Aslında o anlara kadar ben hayatımda bir kurtarıcı arıyordum. Bu kişi gelecek bana problemi ve çözümü sunacak ben de kurtulacaktım. Bir şekilde hayatımın sorumluluğunu almaktan kaçtım. Ben kaçtıkça, başkalarından medet umdukça karşıma cevapları veremeyen insanlar çıktı. Ya da bu konularla ilgilenen kişiye hiç rastlamadım. Burada demek isterdim ki ve “Bir gün o kişi ile markette karşılaştım”. Maalesef böyle bir olay asla gerçekleşmedi. Yalnız şu oldu hayatımda.
Nil Avunduk’un adını hiç duymamışken, spiritüel konularda internette dolaşırken rastladım. Sitesindeki yazıları, başka kişilerin paylaşımlarını okudum. Videolarını izledim. Bana pek ilginç geldi. Bir kaç ay boyunca yanında yetişen kişilerin kitaplarını aldım. Sistemini inceledim ve katılamadığım bazı seminerlerinin cdlerini aldım. Değişimlerini hepsi çok içten yazmışlardı. İlk başlarda ben de yapabilirim zannettim. Ama hiçbir zaman tam anlayamadım. Bana bazı şeyler çok uzun, zor geldi. Nil Hanımın tavırları sözleri bana fazlasıyla “oldum” kıvamındaydı. Fikirlerinde, üslubunda rahatsız olduğum da vardı, onayladığım da. Ama değişim isteğim, merak içinde olma halim başlamıştı işte. Yine de takipteydim.
Aslında bende olan şu idi: Üstümdeki çığ o kadar fazlaydı ki o kadar kendimi kapatmıştım ki, bana ne yapılsa faydasını algılayamıyordum. Kendi özüme gelmem için üstümdeki kalıpları tek tek açıp, atmam gerektiği gerçeğini bir türlü algılamıyor, anlasam bile reddediyordum. Bunları kolay yoldan halletmenin bir yolu olmalıydı. Ben üç-dört seans yapacaktım ve karşımdaki kişi 30 yıllık hayatımı düzene koyacaktı. Benim için tek çözüm yolu bu idi.
Bu ruh halinde katıldığım ilk ve tek seminerinin sonunda, çekinmiş ürkek halimle, beni hiç tanımayan Nil Hanım’a, bugün ne olduğunu hatırlayamadığım bir şey sordum. Soruyu hatırlamıyorum ama cevabı çok iyi hatırlıyorum. “Kurtarıcı bekleme enerjisini bırak artık. Kurtarıcı diye bir şey yok. Kendi hayatını kendin kurtar.” Dedi ve ilerledi. Şok oldum. Bendeki durum bu kadar mı okunuyordu?
Neden bu kadından başka hiç kimse bugüne kadar benim içimde bildiğimi bana direkt olarak söylememişti. Başkasından, içimdeki girdabın etkilerini duyunca, onun aslında hortum olup beni yıktığını fark etmem o gün olmuştu. O gün karar verdim hayatımın kurtarıcısı ben olacaktım artık. Başka yol yoktu.
Bu yeni bilginin gazıyla, günlerin geçmesiyle de olgunlaşmam gerekir değil mi? En azından filmlerde kahramanlar böyle yapıyor değil mi? Hiç durmadan azimle çalışıyorlar.
Ama akıllanamayan ben yine kendimi ağırdan aldım. Aslında, her zamanki gibi bilgiye açlığımla içimdeki yolculuk kitaplarının piyasada olanlarından, neredeyse tamamını satın aldım. Hızla, hazmetmeden okudum. Kendimde var olan ve olmayan her şeyi fazla düşünmeden büyük bir hızla geçtim. Kendimi istediğim hızda geliştiremediğimi görünce bıraktım. Sistem bana uymuyordu. Bu çalışmaları düzenli yapmaya kalkışsam günde 2-3 saatimi ayırmam gerekiyordu ve ben böyle bir zamanı yaratamıyordum. Evin her türlü sorumluluğu bana ait olduğundan kendime zaman kalmıyordu.
Buna bugünkü aklımla şu açıklamayı yapabiliyorum. Aslında ben korkularımdan besleniyordum. Aslında değişimi tam anlamıyla yaratmaktan, düzeni bozmaktan ve en önemlisi de kendimle yüzleşmekten korkuyordum. Hayatımda olan her şey için kendimden başka herkesi suçlamak, kurban olmak alışılmış ve daha kolay geliyordu. Bunlara sebep olanın ben olduğumu o zaman kabul etmeyi geçin, görmüyordum. Veya bilmiyordum bile.
Şimdi düşünüyorum da kendimle her gün o sistemle düzenli çalışsaydım ileride yaşayacaklarımı yaşar mıydım? Asla da bilemeyeceğim çünkü yaşanan yaşandı. İlerideki seçimlere bakmak gerekiyor çünkü hayat her an yeni seçimleri bize sunuyor.
Apartman katından aşağıya inmek için her gün kullandığımız asansörü bırakıp merdivenle inmeye başlamak bile yaşamda bir farkındalık oluşturmak, değişiklik,seçim demektir. Ya da aynen her gün asansörle inmeye devam etmek demek var olan düzeni onaylamak demektir. İşte günlük yaşamda seçim yapmak bu kadar basit.
FARK ETMEK YA DA ETMEMEK. İŞTE BU KADAR BASİT. için 2 cevap