KONUK YAZAR ARKADAŞIM: PETEK ERDİKLER

 EJDERHA

Akşamın karanlığında, pencereden bir çift hüzünlü göz, yalnız sokağın ışıklarına, sonra da arkasına dönüp boş salona bakıyordu. Rüzgâr vardı. Yağmur yoktu. Yağmur olsaydı, içinin ağlama sesleri yağmurun sesline karışacaktı. Camdan uzaklaşan kadın, yaşlı gözleriyle evinin salonunu adım adım yürüdü. Sonra cama doğru tekrar yürüdü, yine dışarı baktı. Düşündü. Yalnızlık mı acı veriyordu? Yaşadıkları mı yoksa ? Kendini nasıl hissediyordu? Birileri onu alıp 10. kattan aşağı mı atmıştı? Ağızlarda klişe olmuş vakıası, kafasında onu neden bu kadar üzüp yoruyordu? Ki hayatın bir kesitinde bunları yaşamak gayet doğal değil miydi? Hatta kendi çocukluğunun geçmişinde bu yaşananları görmemiş miydi? Ağlayarak uyur mu insan ya da sızar mı? Annesinin karnındaki şekle bürünerek sızdı.

Ertesi sabah kalktığında, şiş gözlerini tuvalet aynasından gördü. Yüzü aynıydı, yatak odası da aynıydı ama odanın perdesini açtığında gökyüzü aynı değildi. Mavisi aynı değildi. Kalbini yokladı. Yerinde duruyordu, halen atıyordu ama işte camı açtığında o gökyüzü, insan sesleri aynı değildi. Anlam veremediği başka bir şey vardı. Çığlık atsa sesini duyan olur muydu? Ben nerdeyim diye bağırsa deli derler miydi?. Sonra giyindi dışarı çıktı. Yürürken attığı adımlar, ıslak yol, her gün sigara almak için uğradığı, aynı değildi. Ne olmuştu? Anlam veremedi.

Kendi değişmeden dünyası değişmişti. Fiziken aynı olan dış dünyadaki formların, aslında farklı baktığın zaman değiştiğini fark etti. Kadına bir ürperti geldi. Zaten üşümeleri hep böyle gelir, geçerdi. Kendini sarar devam ederdi. Uzunca bir süredir yalnız yürüdüğü yolda karşısına çıkan bu olayın birkaç saniye önemsiz olduğunu düşündü. Sonra elindeki sigarayı yaktı, yolda yürümeye devam etti. Kendisine anlatılan yalanları düşündü. Kendiyle aynı cinste, üçüncü bir kişinin verdiği sıkıntıyı tekrar hissetti, telefondaki sesleri düşündü, hatta bu sıkıntıların sonucunda işi gereği para kazandığını bile düşünüp bir iki saniye güldü, sadece bir iki saniye. Kadın budur işte ya! Kafasında devamlı muhakeme yapar, sanki bir sonuca ulaşacakmış gibi devamlı düşünür. Sonra hep o soruyu sorar kendine. Neden? Takar koluna nedenlerini dolaşır durur, onunla işe gider, eve götürür, arkadaşlarla konuştuğunda o nedenini alır, en güzel yere oturtup, bir de çay ısmarlar.

Bir yerde nedenleri bırakır, nasıllarla dolaşır ve alır nasıllarla ilgili her şeyi bilmek ister. Hayatına girmiş düşman gördüğü kişi veya kişileri sorar soruşturur. Bir de bakmış ki yine başladığı yerdedir. Bu sefer yine tatmin olmaz. Başka sorular ister yanında, çekiştirir durur huzursuzluklarını, kafasında acı çekmek ister. Kadın tüm soruları kolunda ağır ağır yürüdüğü yolun onu nereye götürdüğünü bilmeden, kendini bir mağazanın önünde buldu. Vitrinde gördüğü cansız bir bedene giydirilmiş kırmızı kadife bir elbiseyle anlamsızca bakışmaya başladı , dükkana girdi. Denemeden aldı. Tezgahtar “Lütfen deneyin “ dese de, parasını ödeyip çıktı.

Elinde elbisesi, kafasında artık ne varsa, bununla evine döndü. Yatak odasına girerken, üstünü çıkarmaya başladı. Torbasından çıkardığı elbiseyi, çıplak vücuduna giymeye çalıştı, çekiştirdi, debelendi ama olmadı. Etikette yazan beden numarası kendi bedeninin numarasıydı ama sığamamıştı. Savaşmaktan vazgeçip çıkarmaya karar verdiği sırada yere bir şey düştü. Bir kara düğme. Onu aldı yerden. Bir süre baktı ve birden ağlamaya başladı. Hiç bu kadar yoğun hissetmemişti. Kırmızı kadifenin o yumuşak dokusunu hissettiği elbisesiyle, arkası açık bir şekilde yatağa oturup, karşısındaki aynada kendisine bakmaya devam etti. Soruları terk etmişti onu, gitmişlerdi.

Onların yerine; aynadan gözünün tam içine, uzaklardan bakan kırmızı başlı, dev kanatlı, korkunç görünümlü bir ejderhanın uçarak yaklaştığını gördü. Soğukkanlı bir biçimde korkunç yüzü ona bakarak yaklaşıyordu. Ağlaması kesildi, ayağa kalkıp aynaya yaklaştı, karşısında gördüğü ejderha aynayı kırarak bedenine ve ruhuna girdi. Sanki bunun olacağını biliyordu. İstemese de görmekten kaçtığı, adı ”gerçek” olan o yaratıkla yüzleşmek zorundaydı. Aynada yansıyan, beğenmediği bedenine bakmayı bırakmış, içindeki ejderhanın ağırlığı ile yatağa yatıp, düğmeye birkaç dakika baktı. Sonra düğme elinden yere düştü.

Sorularının yerine; şimdilerde alıp yanında dolaştıracağı, bu ejderha görünümlü “gerçekliği” pek istemese de ona içinden “Hoş geldin, bekliyordum seni” dedi. ” Uzun zamandır seni hissediyordum da şimdilerde yeni karşıma çıktın.” Sonra gerçeklik, “ Beni aynada gördüğünde çok çirkin geldim sana biliyorum ama şimdiye kadar hissetmediğin şeyleri vereceğim.” dedi. “ Ne gibi?” diye kadın sordu.

“ Özgürlüğünü. Seni bir süre üzdükten sonra sana belki güzel bir sevgi de vereceğim.”

Kadın bunlara bir anlam veremezken “gerçek” ekledi: “Daha iyi olacaksın merak etme.”

Hissettikleriyle yüzleşmeyi, bu kara düğmenin yere düşmesi ile birlikte gerçekleştirmişti. Kafasındaki fantastik benzetmesi şu anki durumuna masalsı bir hava katması içindi. Adı üstünde; ” gerçek” dediği bir ejderha değil aslın ta kendisiydi. Artık sorularının onu bir yere götürmeyeceğini anlamış , gerçekliği ile varolmaya karar vermişti. Elbisesini üstünden çıkarıp dolaba koydu, kopan düğmesini de yerden alıp, elinde sıkıca tutarak, yeniden doğmak istercesine çıplak bir şekilde uykuya daldı.

Kim bilir uykusunda hangi rüyayı görecekti?…

Yazan: Petek ERDİKLER

Bu yazı Misafir Yazarlar kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

KONUK YAZAR ARKADAŞIM: PETEK ERDİKLER için 1 cevap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir